31 Ekim 2014 Cuma

sabahattin ali - kürk mantolu madonna

herkesin bir efsanesi varsa, bizim efsanemizde sabahattin ali mi?

sabahattin ali nin kürk mantolu madonna sı kafamda ki edebiyatın yapı taşlarındandır.

kelimeleri, cümleleri, kurgusu tam benlik. iki üç kez okudum. her okuduğumda ayrı bir tat aldım.

yan komşumuzla yaptığım hayata karşı sohbetlerde ( dün akşam bunlardan biriydi ) hep yanımda bu

kitap oldu. aklımda bu kitap oldu.

kahramanın rahatlığı, hayata bakışı, garibanlığı beni çok etkiledi. onun düşünceleri, onun kelimeleri

benim cümlelerim benim kelimelerim oldu. burada ki iyelik eki, sahiplik değil, bende ki yansıması

anlamındadır.

dolayısıyla raif in yaptığı yolculuk beni çok etkiledi. berlin in sokaklarına, caddelerine, meydanlarına

sıkıldığımda kendini atmak istedim. balıkesir e gittim geldim. ve gittiğim tüm resim galerilerinde bir

de onun gözünden, onun madonna ya baktığı gibi resimlere bakmaya çalıştım.

okuyun,görün.

son olarak kürk mantolu madonna, bence roman değil hikayedir. nedeni ise öyle hissediyorum.

alıntılar;

ahbapça bir selam ve temiz bir gülüş.

zaten küçüklüğümden beri saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim.

bir ana bir ömür kadar hayat doldurduğumu bilerek yaşamak.

başkasını merhamet etmek, ondan daha kuvvetli olduğunu zannetmek, ne kendimizi bu kadar büyük,

ne de başkasını bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur.

insanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmete teşebbüs etmektense,

körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı

tercih ediyorlardı.

onun yaşadığı yerde yaşamak, onun gibi yaşamak değildir.

niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz etmekten kaçtığımız halde ilk

rastgeldiğimiz insan hakkında son kararını verip gönül rahatlığıyla öteye geçiyoruz.

ben bu kadını yedi yaşından beri okuduğum kitaplardan, beş yaşından beri kurduğum hayal

dünyasından tanıyorum.

asıl muhim olan, iki insanın birbirini bulması, bir derce güç olan şu dünyada, bu nadir saadete

ermektir.

dimağ: beyin bilinç

tezahür: ortaya çıkma, belirme

itizar : özür dileme

sabahattin ali

kürk mantolu madonna

yky yayınları

160 sayfa

27 Ekim 2014 Pazartesi

ferit edgü - o - hakkari de bir mevsim

bu şekil konular çok dikkatimi çekmiştir.

gezi , coğrafi, etnik konular.

bu kitapta hakkari de geçmiş , bir öğretim sezonundan bahsetmekte. kitabı okuduğum sürece

hakkari de yaşadım. buz gibi temiz havasını içime çektim. bol bol çay içtim.

tezek kokusuyla ısındım. karlı dağ manzaralarına takılı kaldım. köpeklerle arkadaş oldum. kendi 

kendime yetmeye çalıştım. kürtçe dinledim. kürtçe konuşmaya çalıştım. kokuşmuş devlet dairelerine

sövdüm. uzun bir otobüs yolculuğu yaptım. bir kere gözüm doldu. pek çok kez güldüm. uykum

gelmedi kitabı bitirene kadar. bitirince yine uykum kaçtı. yalın ayaklı çocuklar gözümün önüne geldi.

yine karlı dağlar. burnu akan çocuklar. ölen bebekler. toz toprak.

sanırım kitabı ikinci okuyuşum. çok tat aldım. bu tatların da bir kısmını yukarıda anlatmaya çalıştım.

okumaya değeceğine inandığım bir kitap.

ferit edgü nün anlatığı konuyu çok sevdim, anlatım biçimi, anlatımı konuya göre eksik kalmış gibi.

şiirsellikle, düz yazı arasında kalmış. ya o ya o olsa daha hoşuma gidiyor.

kullanılan farklı kelime sayısı biraz az. daha geniş kelime dağarcığı olabilirdi.

ama okuyun :) sadece o yukarıda ki duyguları test etmek için bile okunabilir.

* bir savaşçı için düş gerçek demektir.

ayaklarında taşıt lastiklerinde kesilip biçilmiş ayakkabılar olan.

talihin açık olsun yabancı.

yolcu bir gün yolunu yitirirse artık eski yolunu bulmaya çalışmamalı yeni bir yol aramalı kendine.

yaşasın fotoğraf, yaşasın bana bunları yazdıran sevgili, yaşasın içine sıçtığım uygarlığı, onlar için yaşasın

başına ne gelirse gelsin, nerede olursa ol, yaşamını sürdürmeyi bil.

insanoğlu kendine yetmeyi bilseydi, önemli bir sorunu çözümlemiş olurdu.

yabancıya yaban gerek.


ferit edgü

o - hakkari de bir mevsim

yky yayınları

195 sayfa




21 Ekim 2014 Salı

kakuzo okakura - çay kitabı

çay olsa da içsek.

kalkim bi çay demlim.

ne ! çay mı bitmiş.

şekersiz.

bu cümleleri kendimi bildim bileli kuruyorum. çay tiryakisi olmasam da, çay sever diyebilirim kendime.

çay bardağının dış görünüşüne az önem verdim hep, demiyle ilgilendim.

böylece çaya ufak parantez açıp kitaba dönelim.

çay kitabı, ilk gördüğümde içimde okuma hissi uyandıran, porselen, kullanışlı demliğin fotoğrafını

kapağında barındıran , ince, akışkan, okunası bir kitap.

bu kitapla çay ın uzak doğu kültüründe ki yerini tespit edebilirsin. zen, tao, konfuçyus, buda kitabın her yerinde.

ilginç uzak doğu hikayeleride mevcut. meraklısına.

eklemekte fayda var. çeviri biraz yavan kalmış gibi. cümlelerde düşüklük söz konusu. ufak tefek yazım hatası da var.

okunursa iyi olur. olabilir.

alıntılar;

çayı ilkin ilaç olarak kullanılmaya başlandı, zamanla bir içeceğe dönüştü.

insanoğlunun trajikomik hayat mücadelesine ilgisiz kalanlara kendi aramızda " çaysız adam " derdik.

sadece söylemen gerektiğini söyleyin susmak bir nezaket göstergesidir.

aslında modern insanların cennetini büyük güç ve servet mücadelesi bozdu.

taoistler toplum kurallarına ve ahlaki değerlere ağızlarına geleni söyleyenlerdir. çünkü onlar için doğru ve yanlış göreli kavramlardır.

tanımlama her zaman kısıtlamadır. tanımlar sabit ve değişmez.

ahlaki standartlarımız toplumun eski ihtiyaçları tarafından şekillenmiştir. Ama toplum her zaman aynı mı kalır?

dünyanın kendisi oldukça saçma iken birisi nasıl olur da dünya hakkında bu derece ciddi olabilir.

merhamet, tasarruf, alçakgönüllülük

içinde bulunduğumuz demokratik çağda insanlar kendi duygularını göz ardı ederek çoğunluğun iyi olarak nitelediği şeylere yönliyor.

birisi kendini güzelleştirmediği sürece güzele yaklaşmasıda mümkün değildir.

farkına varmak istersek mükemmelliğin her yerde olduğunu görürüz.

kakuzo okakura

çeviri: ece attila

çay kitabı

alakarga yayınları

75 sayfa